a)AİDS
Hastalığın ortaya çıkmasında dünya bilim
topluluğunun ocak 1983’te hastalığa yol açan LAV virüsünün (sonradan bu virüsün
adı HİV olarak değiştirildi) bulunduğunu onaylamasına kadar dört yıl geçmiştir.
İlk AİDS vakalarının ortaya çıkmasından yirmi yıl sonra, tıbbın salgın
karşısındaki tavrı, hastayı ön plana alan köklü bir değişim geçirmiştir. Bugün
mucize bir ilacın hâlâ bulunmamış olması, hastalığın yayılmasını engelleme
çabalarının koruyucu önlemlerde yoğunlaşmasına neden olmaktadır.
İlk AİDS vakaları 1979’da ABD’de
Kaliforniya’da ve New York’ta kaydedildi: hastalar hep eşcinseller ve
gençlerdi. Bu ilk gözlem, hastalığın toplumsal algılanması üzerinde çok
tehlikeli ve ağır bir etki yarattı. Ama çok geçmeden hastalık eşcinsel
olmayanlarda da bulundu, ama bu defa da eroinmanlar, hemofili hastaları ve kan
nakli yapılanlar çoğunluktaydı. Derken Haiti’de, sonra Afrika’nın ekvator
yörelerinde de hastalığa rastlanıldı.
1981’de hastalık, AİDS harflerinden oluşan
bir simgeyle adlandırıldı (İng. Acquired Immune Deficiency Syndrome; Edinsel
bağışıklık yetersizliği sendromu). 1984’te uluslararası bilim alemi, hastalık
sebebinin o zamana kadar bilinmeyen bir virüs olduğunu kabul etti. Amerikalı
Prof. Gallo’nun ekibi HTLV 3 adını verdi; oysa aynı virüsü bir yıl önce
Paris’teki Pasteur Entitüsü’nden Prof. Montagnier’in ekibi de bulmuş ve bu
virüse LAV virüsü adını vermiştir.
Tartışmayı tatlıya bağlamak için virüse
yeni bir ad verildi ve HİV (Human Immunodeficiency Virus; İnsandaki bağışıklık
yetersizliği virüsü) denildi. 1986’da ikinci virüs (HİV 2) bulununca, ilk
bulunana HİV 1 denildi. Bu ikinci sıfatı Batı Afrika kökenli hastalarda
bulunmuştu, birincisi kadar bulaşıcı değildi ve bu nedenlede dinya çapında
yaygınlaşmamıştır.
Virüsün keşfi, bulaşmadan birkaç hafta
sonra virüslü insanlarında kanında ortaya çıkan HİV karşıtı antikorların
araştırlıması için bir tekniğin gelişitirilmesini sağladı. Virüsü taşıyanlar
HİV için seropozitiftir. Test, hastalık bilinmeden çok önce seropozitifliği ortaya
çıkabilmektedir.
Virolojik
görünüş
HİV retrovirüs gurubundan çok küçük bir
virüstür; başlıca özelliği genetik şifresinin RNA’lı olması –oysa bütün
canlıların hücrelerinde ve öteki virüsler DNA’lıdır- ve tersindirici transkriptaz
denen bir enzim taşımasıdır; bu enzim, virüsün RNA’sını virüslü hücrenin içinde
DNA’ya çevirebilmektedir: Virüs genomunun hücre kromozomlarındai DNA’yla
bütünleşmesi için bu aşama kaçınılmaz bir evredir.
HİV’in içindeki RNA molekülü, onu saran
protein ve protein yapısında bir kılıfla örtülüdür; bu lipit ve protein
karışımı kılıf, virüsün hedef hücreye tutunlmasını sağladığı gibi RNA’nın ve
tersindirici transkriptazın da hücrelere girmesini sağlar. Bundan dolayı tedavi
edici bir aşının bulunabilmesi için bu proteinlerin inceden inceye bilinmesi
şarttır. Ama sık sık meydana gelen mutasyonlara bağlı olarak virüsün
yapısındaki bazı kısımların çok değişken olması, aşı yapımı bakımından çok
karışık sorular yaratmaktadır.
Virüsün RNA’sı birçok genden oluşur:
bunların bazıları iç proteinlerini şifrelemeye (Gag genleri), bir kısmın virüsü eşlenip çoğalması için gerekli
enzimleri kodlamaya (Pol genleri) ,
bir diğer kısmı da dış proteinlerini şifrelemeye yarar (ENR genleri) . Nef ve tat genleri gibi bazı genler özellikle incelenmiştir.
Nef geni, virüslü hücrelerin CD4 alıcılılarını yok edebilecek bir proteinin
sentezlenmesini sağlar ve hastalığın ilerlemesinde önemli rol oynar; tat
geniyse virüs parçacıklarının sentezlenmesini hızlandırır. Memelilerin birçok
türünde retrovirüs cinsinden virüs enfeksiyonları olabilir (sığır lökozu, kedi
«AİDS» i, vb) ; buna karşılık hayvanl virüsleri insanlar için tehlikeli
olmasına rağmen, HİV virüsü hayvanlarda hiçbir hastalığa neden olmamaktadır.
HIV özellikle savunma hücrelerine, yüzeydeki
CD4 denen alıcı moleküllerin üzerine yapışır. Bunlar vücudun çeşitli yerlerinde
bulunan savunma hücreleridir: en başta bazı akvuyuvarlar (CD4+ veya T4
renfositleri, monositleri veya makrofajlar) ve bunlardan başka karaciğer,
dalakta, lenf düğümlerinde, beyinde (glia hücreleri) , deri ve mukozada bulunan
savunma hücreleri (langerhans hücreleri) .
Virüs, hücreye yerleştiğinde onun genomu
hücrenin kromozomlarıyla birleşip bütünleşir. Bu taktirde iki olasılık söz
konusudur: ya HİV eyleme geçmez, virüslü hücre çalışmaya devam eder; ya da
virüs eyleme geçer ve hücrenin içinde çoğalır, bunlar da gidip başka savunma
hücrelerine yayılırlar her iki durumda da cinsel salgılarda ve kanda virüs bulunur, dolayısıyla başka insanlara
bulaşabilir: HİV, organizmanın dışında fiziksel ve kimyasal etkilerden zarar
görür: 56°C’nin üstünde ısıyla, alkolle, çamaşır suyuyla ve deterjanların
çoğuyla tahrip olur: buna karşılık soğuğa ve mor ötesi ışınlara dayanıklıdır.
HİV
enfeksiyonunun fizyopatolojisi
HİV’in AİDS’e yol açan mekanizmaları henüz
iyi bilinmemektedir. Kandaki CD4+ lenfositlerinin sayısının gittikçe azaldığı
görülmektedir ve hastalığın ilerlemekte olduğunun en iyi göstergesi de halen
budur (bu yüzden seropozitif olanlarda bu hücrenin miktarı düzenli olarak
gözlenir) . Demek ki bu hücrelerin yalnız küçük bir miktarı virüse
yakalanmaktadır. CD4+ lenfositlerinin ölümünü açıklamak için öne sürülen
varsayımlardan biri, apoptoz kavramına dayanır; hücrenin davranışı programlı
bir intihardır, program HİV enfeksiyonu yaratır: sonbaharda ağçların
yapraklarını kaybetmesi gibi organizma da kendi hücrelerini tahrip süreçleri
yaratır, bu süreçler HİV’in katkısı ile bozulup etkinleştirilebilir.
Retrovirüs enfeksiyonu sırasında virüs
miktarı, virüs saldırısı kanda,özellikle lenf gangliyonlarında gittikçe artar.
Henüz inceleme aşamasında olan virüs saldırısı ölçme teknikleri, virüs
ilaçlarının etkisini hızla değerlendirme imkanı sağlayacaktır.
Bulaşma
Yolları
Günlük çalışmalara esnasında HİV’in
bulaşma tehlikesi yoktur. Daha önce virüs almış bir kişinin bulunduğu bir
ailede yalnız onun eşine bulaşma tehlikesi vardır; alıncaka önlem temel sağlık
kurallarına uymaktır. Göz yaşında ve tükrükte virüs bulunsa bile (virüs
tutuklayıcı bir madde vardır) , miktarı tehlike yaratacak kadar çok azdır. Ayrıca deri virüsü geçirmediğinden, bir ara
kuşkulanılan sivrisinek ısırmasıyla HİV bulaşmaz.
Kan Yolu: En kestirme yoldur.
Bulaşma olaylarının büyük çoğunluğu virüslü kan nakli veya seropozitif
vericilerden gelen organların nakli yüzündendir. Bu çeşit bulaşmaya bağlı
riskler, kan veya organ verenlere sistemli olarak test uygulandığından bu yanı
ortadan kalkmış gibidir.
Yüzlerce veriden alınan kanların toplanıp,
konsantre hale getirildikten sonra parça parça verildiği hemofili hastalarında
bulaşma riski çok yüksektir (%50) . Bugün bu konsantre parçalar ısıtılarak
verilmektedir, onun için tehlikesizdir.
Taze kan bulaşığı olan inelerin kazayla
hemşire veya doktorlara bulaşma riski binde üç dolayındadır. Kamuya açık
yerlerde kazara ineyle bulaşma riski hemen hemen sıfırdır, çünkü açık havada
virüs tahrip olur. Ama uyuşturucu kullananlarda aynı şırınganının kullanılması
Avrupa’nın güneyinde ve ABD’de hastalığın başlıca yayılma etmenlerinden
biridir.
Cinsel Yol: Seropozitif biriyle
cinsel ilişkide bulunmak mukozalar sağlam olsa bile risk taşır: cinsel
yollardaki bir enfeksiyon veya mukozalardaki bir travma, riski arttırır.
Dölyolundan girişte seropozitif bir erkekten seronegatif bir kadına AİDS
bulaşma riski, seropozitif bir kadından seronegatif bir erkeğe geçme riskinden
daha yüksektir. Kadında adet dönemi en bulaşıcı dönemdir. Ters ilişki riski üç
kat arttırır.
HİV taşıyan bulaştırdığı, zamanla
değişkenlik gösterir, çünkü cinsel salgınlardaki virüs miktarı onun durumuna,
yani uyur durumda olup olmamasına göre değişir. Bu demektir ki, bir virüs
taşıyıcısı çok kısa bir zaman içerisinde ilişkide bulunduğu pek çok kişiye virüsü
bulaştırabileceği gibi; tersine, eşlerden biri seropozitif olduğu halde ve aylarca,
hatta yıllarca hiçbir koruyucu önlem almadan cinsel ilişkisini sürdürdüğü
halde, eşine mikrop bulaştırmayabilir de. HİV, frengi veya hepatit B mikrobuna
göre daha az bulaşıcıdır.
İstatistiklere göre oral ilişkiler tam
birleşmelerle karşılaştırıldığından çok az risk taşır. Öpüşmeyle hiçbir bulaşma
olayına rastlanmamıştır; yani öpüşme bu bakımdan tehlikesiz görünmektedir.
Gebelik ve emzirme: Seropozitif bir
kadının virüsü çaocuğa bulaştırma riski %20 ile %50 arasındadır ve annede
hastalık ileri bir evredeyse risk artar. Bulaşma, gebeliğin son iki üç aylık
döneminde olabilir. Sezeryan riski azaltmaz. Doğum öncesi teşhis mümkün
değildir. Emzirmek kesinlikle tavsiye edilmez.
AİDS:
doğal öyküsü ve klinik belirtileri
Bulaşmayı izleyen haftalarda ateş, beze
şişmesi, deri döküntüsü, sinir ve sindirim bozukluğu gibi belirtiler ortaya
çıkabilir (olayların %20 ila %30’u) buna ilk enfeksiyon denir. Ama, çoğu zaman
hiçbir belirti görülmez. Ama bütün olaylarda belirtiler kendiğinden kaybolur ve
kişi virüsün belirtisiz taşıyıcısı olur, yalnız en azından şişlikler (bazı gang
liyonların büyümesi) olduğu gibi kalır.
Belirtisiz evre yıllarca sürer. Virüsü
taşıyan kişi belki onu başkasına bulaştırabilir ama kendisinde hiçbir hastalık
belirtisi görülmez. Virüs gitgide bağışıklık sistemini bozar; bozulma hastalara
göre az veya çok hızlı olabilir; bunda virüsün payı nedir, kişinin payı nedir
(genetik faktörler, başka virüs enfeksiyonu veya psikolojik faktörler)
kestirilemez. Virüsü kaptıktan on yıl sonra, hastaların yarıya yakını AİDS
olacak, üçte birden fazlası biyolojik bağışıklık yetersizliği belirtileri
gösterecektir.
AİDS patlak vermeden önce enfeksiyonun
küçük belirtileri ot-rtaya çıkabilir. Bunlar ARC (AİDS Related Complex) veya AİDS öncesi adı altında toplanır. Bunlar
başka hastalıklarda da görülebilen genel belirtilerdir: ateş, sürekli ve
şiddetli isal, 10 kg’dan fazla sebepsiz kilo kaybı ağızda pamukçuk, vb. Bu
belirtiler bağışıklık sisteminde büyük bir bozulma olduğunun ve retrovirüs
enfeksiyonunun AİDS’e doğru bir hayli ilerlediğinin işaretleridir. Bağışıklık
sistemi tümüyle iflas ettiğinde AİDS ortaya çıkar. Doktor, seropozitif bir
kişide fırsatçı bir enfeksiyon, bir kanser (Kaposi sarkomu, lenfoma) veya sinir
sisteminde ağır bir bozukluk, yahut şiddetli bir zayıflama belirtisi (slim disease denen bu durum, Batı’dan
çok Afrika’da yaygındır) bulursa AİDS teşhisi koyar.
Normal insanda hastalığa yol açmıyan veya
tehlikesiz bir hastalık yapan ve mikroplardan ileri gelen ağır enfeksiyonlara,
fırsatçı enfeksiyon denir. Fırsatçı mikroplar bulaşıcı değildir; yani
bağışıklık sistemi normal çalışan insanları hasta etmezler. Bu olgu çok
önemlidir ve her türlü hasta tecridinin faydasız olduğunu gösterir. Bunun tek
istisnası vardır: verem. Verem, seropozitif olsun olmasın, her AİDS’linin
tedavisi ilk günlerinde tecrid edilmesini gerektirir.
TEDAVİ
Bugünkü gerilimi, enfeksiyonun ilerleme
gücünün iyi değerlendirme imkanı vermektedir. Bazı insanlarda HİV bağışıklık
sistemini iki veya 3 yıl içinde tam anlmıyla bozarak AİDS denen büyük
enfeksiyonlara yol açmakta; sayıca çok olan bazı insalarda ise virüs, on yıl,
hatta daha fazla, gizli veya uyur durumda kalmaktadır. Enfeksiyon sırasında
değişik düzeyda oldukça etkili sonuç veren birçok tedavi yolu vardır: yani
ilaçlarla tahrip edilebilen fırsatçı enfeksiyonları tedavi etmek doğrudan
doğruya anti-HİV ilaçları geliştirmek (Bunlar virüsü tahrip etmez, ama
organizmada çoğalmasını engeller). AZT (Zidovudin), DDİ, DDC bu ilaçlardan
birkaçıdır. Bunların hepsi tersindirici transkriptaz tutuklayıcı ilaçlardır. Bu
ilaçlarla önleyici tedavi yapılabilir: bağışıklık yetersizliğinin biyolojik
belirtileri ortaya çıkar çıkmaz buna bağlanır; enfeksiyonların patlak verme
olasılığını kestirmek için başlıca ölçüt T4 lenfositlerinin miktarıdır.
Amaç, yalnız AİDS’i tedavi etmek değil
aynı zamanda onun ortaya çıkmasını engellemek veya geçiktirmekdir.
Seropozitifliği hedef alarak düzeltmeye çalışan bu yeni stratejiler, retrovirüs
enfeksiyonun erken teşhisini teşvik etmekte çok haklıdırlar.
Virüsteki antijen değişimleri, virüsün
organizmada gizli kalma yeteneği ve hayvan modelinden yoksulluk gibi karmaşık
nedenler, bir aşının bulunmasını güçleştirmektedir; ama çalışmalar hiç değilse
belirleyici gelişmeleri tanımakta yararlı olmaktadır.
Önleyici
tedbirler: başarıları, güçlükleri
AİDS’e ilişkin rakamlar, salgının çeşitli
nüfus grupları arasındaki gelişimini göstermektedir, ama AİDS’in bildirimi,
bulaşmadan yıllar sonra yapıldığından gecikmeli olarak göstermektedir. AİDS’in
özel durumları olan kişilerde ortaya çıkıvermesi, hastalığa ilişkin
uydurmalardan ilkinin, yani riskli grup masalının doğmasına sebep olmuştur.
Halk arasında hastalığın gidişini gözetlemek için öne sürülen ve basın
tarafından da yaygınlaştırılan bu kavram, «bu hastalık ancak başkalarının
başına gelebilir» duygusunu pekiştirmekten başka işe yaramamıştır.
Bazı ülkelerde önleyici tedbir olarak öne
sürülen sav şu oldu: «AİDS benden geçmez»
Bulaşma yolları çok çabuk ortaya
çıkarıldığı ve art arda gelen hastalık olayları, hiçbir yaş, ırk, deri, ülke
ayrımı olmaksızın herkesin virüse yakalanabileceğini gösterdiği halde, pek de
yerinde olmayan «riskli grup» kavramından daha işe yarar «riskli yaşam»
kavramına geçmek için birçok yıl beklemek gerekecektir.
Önleyici tedbir almakta bir başka engel,
medyanın da kuvvetle desteklediği yanlış veya çelişkili bilgilerin yayılıp
zihinleri karıştırmasıdır. Hastalığın ciddiyetine rağmen, hiçbir bilgilendirme,
hatta yönlendirmeler bile davranışları değiştirmekte etkili olamadı. Önleyici
tedbir, sorumluluk duymaktan, başkasıyla ve başkalarıyla tartışmaktan geçer.
Önleyici tedbir mesajları yayımlamak yeterli değildir. Önemli olan insanlara
onları benimsetmek, hatta daha iyisi onları kendilerine buldurmaktır.
Sistematik ve zorunlu bir tarama uygulayarak
salgını sona erdirmek düşünülebilir mi? Antikorların oluşup ortaya çıkma süresi
dikkate alınırsa sistematik taramanın bütün virüs taşıyıcılarını saptamaya
elverişli olmadığı anlaşılır, ama tarama yalancı bir güvenlik duygusu
yaratabilir, bu da önleyici tedbirlerin gevşetilmesine yol açar. Ayrıca yönetim
örgütü çok az risk taşıyan kişilere de gereksiz yere test uygulamaya kalkışacak
ve toplumun oldukça ilgi gören marjinal kesimini bir kenara bırakacaktır. Kaldı
ki böyle bir tarama çok pahalıya mal olmaktadır. 60 milyonluk bir ülkede 30
milyon kişiye uygulanacak bir test, her yıl ve her altı ayda bir yaklaşık bir
milyar dolar patlayacaktır. Ne araştırmaya, ne önleyici tedbirlere, ne de hasta
tedavisine o kadar paranın ayrılması mümkün değildir.
Art arda test uygulanması test uygulananı
korumaz: yeni virüs almış iki kişiden biri daha en azından bir test uygulanmış
bir kişidir. Bu demektir ki, önemli olan testin kendisi değil, onun kişinin
yaşamında yer alma biçimi ve önceki bir girişimde oynadığı roldür: Bir kişinin
aşk ilişkisine girdiği sırada yapılan bir test idari bir davet üzerine yapılan
testten oldukça farklı bir değer taşır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder